Bunun için biraz daha gerilere, ‘küreselleşme’nin moda olduğu zamanlara gitmekte yarar var.
Küreselleşme güzellemelerinin her toplantının başında besmele gibi tekrarlandığı günlerin sonuna geldik. Bu sürecin başında dünya üretimindeki payı sıfır olan Çin yüzde 20’lere çıkarken, lider durumdaki ABD’nin payı yüzde 8’e indi. Çin bunu, dünya üretiminin yüzde 70’ini yapan G7 ülkelerinden aldı. Avrupa’nın değer zincirine eklenen ve Dünya üretimindeki payı yüzde 1’e ulaşan Türkiye, küreselleşme sürecinde kazananlar arasında yer aldı. Türkiye, ihraç ettiği ürün çeşidini 1.000’den 1.700’e yaklaştırırken, ihracat yaptığı ülke sayısını 50’den 110’a çıkarmış bulunuyor.
Çin’in eriştiği üretim potansiyelinin de etkisiyle küresel gelirin yüzde 50’si, tüketiminin ise yüzde 40’ı Asya’da gerçekleşiyor. Doğal kaynak ihracatıyla zenginleşen ülkelerin -başta Suudi Arabistan olmak üzere- pek çoğu, yeni üretim alanlarına yatırım yapıyor. Ancak yeşil ekonomi ve dijital dönüşümde geri kalan Rusya, bu sürecin kaybedeni gibi duruyor. Ambargolara rağmen süren saldırganlığın ardında belki de, ortaya çıkan açığın kapatılması çabası yatıyor. Rusya Kırım’ı, ABD de Ukrayna madenlerini alırken, AB ödediği bedeli sineye çekecek gibi duruyor.
Aslında bu süreç Brexit ile başlamıştı. Avrupa’nın ‘başına bir iş geleceğini’ bilen ama buna ortak olmak istemeyen İngiltere ‘olay yerinden uzaklaşmak’ istedi. Benim, başından beri Brexit’ten anladığım, budur...
Yeni teknoloji üretme kapasitesi ve deneyimi yüksek bulunan AB ülkelerinin globalleşme yarışında üretimlerini başta Çin olmak üzere ağırlıklı olarak Asya’ya kaydırmaları, ABD’nin öteden beri yakındığı, yalnızca sermayenin değil bu eğilim nedeniyle teknolojinin de bire bir yarıştığı Çin’e aktarıldığı eleştirileri vardı. Nitekim ABD’nin, AB’ye ‘dur’ demesi, şaşırtıcı olmamalı. Öte yandan; kaynakları sanayisinin gereksinimlerini karşılamayan bir Çin, kendisinden, küresel ısınma nedeniyle eriyen karlar ve buzlarla kaplı, altı değerli madenlerle dolu Sibirya ovalarıyla ayrılan Rusya’nın korkulu rüyası olmasın da ne olsun? ABD ve Rusya’nın çıkarlarının kesiştiği yer de burası...
Halen daha dünyanın jandarması ve henüz son kozlarını oynamamış olan ABD’nin açtığı yoldan giden Rusya, AB’yi Ukrayna üzerinden baskılıyor. Başta, AB’nin lokomotif ülkesi Almanya olmak üzere enerjisi Rusya’ya bağlı, İngiltere’nin de terk ettiği bir AB, üretimde olduğu kadar pazar açısından da Çin’e, güvenlikte ise ABD’ye bağlı olarak nereye kadar dayanabilir?
Uzun lafın kısası, oklar Türkiye’yi gösteriyor. AB’nin teknoloji geliştirme, Türkiye’nin üretme kapasitesi, pazar olanakları, güvenilir tedarik zinciri ve lojistik altyapısı, ‘yakından tedarik’ eğilimi ile birleşince, Türkiye’nin özellikle de Avrupalı şirketler açısından önemli bir iş birliği, üretim ve yatırım ülkesi olması beklenmelidir. Kaynak bulma ve güvenli enerji arzı da eklenince Türkiye’nin şansı artıyor. Buna, güvenlikte iş birliği olasılığı ve arayışlarını da eklemek mümkün.
Trump’ın oynattığı taşlar, küreselleşme sonrası yaşanan üretim ve pazar kayıplarına ilişkin bir sonuçtur. Şimdiden sonra ilişkilerin daha da kızışması ve başka taşların da yerinden oynamasını beklemekte yarar var. Süper konumu, üretim kapasitesi ve deneyimi yanında güçlü lojistik sektörü ile Türkiye, küreselleşmenin yerini alacak olan yakından tedarik, yerelleşme ya da bölgeselleşmenin de kazananı olacaktır. Bunu gören dünya devleri, birer birer Türkiye’ye yatırım yapıyor.
İlker ALTUN
ilker@aysberg.com
Kargohaber Dergisi (Sayı:317)